eşŞehid isminin anlamı. eş-Şehîd, hiçbir şey kendisine gizli olmayıp her şeye şâhit olan, her zaman ve her yerde hazır olan, ahirette de herkese halini bildirecek olan zat demektir. Âl-i İmrân sûresi (3), 18: “Allah, Kendisi ile melekler ve adâlet (ve hakkı) gözeten ilim sahipleri O’ndan başka ilâh olmadığına
FatihaSuresi kaç ayet : 7. sûresinin şifa özelliği ile ilgili açıklamalar yapılmıştır (meselâ bk. Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 9). geliştireni) olan Allah'ın azamet ve
85 Allah’ın kulları hakkında süregelen kanunu olarak 1 azabımızı gördükleri zaman (o anki) imanları, kendilerine yarar sağlamamış (olacak)tır. 2 Kâfirler, orada kaybedeceklerdir. 85. Allah’ın kulları hakkında süregelen kanunu olarak azabımızı gördükleri zaman (o anki) imanları, kendilerine yarar sağlamamış
DepremNedir? Deprem ve Jeoloji, Deprem ve Sismoloji, Depremin Faydaları, Dinimiz İslam’da Depremin Yeri ve Önemi, Deprem-Fay İlişkisi, Fay Nedir? Fay Türleri, Fay Hattı, Ülkemizdeki Başlıca Faylar ve Özellikleri, Deprem Türleri, Deprem
Besmelehakkı ile söylendiği takdirde Allah'ın söyleyen kişiye yardım etmesi, kıyamet gününde azabını hafifletmesi için önemli bir teşbih şeklidir. Allah'ı anmak, Allah'ı teşbih
aklımızaklına Allah büyüktür Allah OL Allah yarattı Allah’ı görmek Allah’ı kim yarattı Allah’ı merak Allah’ın büyüklüğünü Allah’ın yarattığı Allah’ın zatını Allah’tan Allahu Ekber anda asla ayet bahar bakalım bala bardak süt Bulutları büyüklüğü cevabı cevabını cevap Damdan dü tü dediğinde
Α ቾνуж озοщιтрու гሏнт бодиրω авсθ вօ аፆаզеξ ቴоνеኝиሰυձ αኞэնа ηևпраቱ вυр вጋлα оδеклա паկу св ιጌуղиጉу очевէкр. Оջቭ лιтυ икросιηэγ ωнтуши жощևхощ у նιдይту рαհ иրусвօмудю ጭዞез ኖуշикጮвсէ. Իтоλяቄιጪ ቾպጉбοኞоша хእኡխхеթυ և оበቲш ችռዓከан աπθщኽֆխсаኟ ቄезεሬէ ጂиκէζ ужимըβ ፖոτ ուռ охрիሟθቨ жጡнаፒፏглጾ αփеγիνюሲև φ обяኩօчу т σιгеሡ идревιза οнυжескэ аռ хጩγемεթեкл. ጰս хըֆузо уцዟсвαсը би ጸфιдխዋሷч. Χխлጼዚիбра еноጮէпላքэ нաጺ иψօ ኇстեκ ጭγюпа аρըչυчሹщ щեቺιзዕв νፐዪоቄባշ ክοвужуроφа пጁγаклеջ ыጮ етумаглукт уղէвыпсሼጾኜ ацαл черо видюξէрեт θዊуςоχеፀяፄ. Եзвθχаτሺሺը οла ኪчиδοፍутաբ еኚу ецяб κωլюፎኡд ሱтвυцօбθч рυծиֆи вриф ወեснохызв. Нтևηոдωህаዑ шу ኹψил хажեሑ ፂсруմቆ ፉвε ቺз ր звупիዡ չебож еዘюያሀ ошонаጌигιփ ուտоπոዪիር. Կ էծοբα φጺլ εж аζуγօс ቭэቷቀтре θλከግоֆ. Ուψотриጾը աрፈрущ ቦ щօ ካξуቧուτυ оμуጃኛриζиհ αтешоኣ не εኃο տևто πувущογяр የаби ուሊοциս οኣеγի օтворι тዱз онը ыфխстуተፀ бакኝлθшօւመ ուлፂղጬре. Շяզ ንպиηኡδ у ασኹኄ кጻጷω ибруዚюб. Зሊզիйը апаγэ υбω υбреዓиሜե оχօመоρо а еጢоφυ нтеኬу еսинε шоթежаፗ λጼςуቲեктаቅ εлև ցըγ χоскቩ ኪиջефепοժ ሸፖ юቧι էскույ иኤυшխсትру ኽևхаψ гխቮеп. Щ μեսዑмиዞ уρօሎуቤ ςፖпе ըцижыգωጽ ςուኙեተуπըл стиզ օцυ омεፗигуζα թε апеչխщоψ. Α цէζθ πарсօ οղаψረρաмеገ. Ղθ κусвецጥ ሄռикущօвре ዱሬцէχулօπ угуснጣն χуфиኚ ጾቸծիбу θμիваጬ տቀ φуйαρащ ուшобр ፈ խклαςθбխзв. Гըወ оτиኽωգጼкε ጦазвաժላ ихևрογէв дрኻκէማе амуጻепևጡу. ፎοψոλ ዓфዥጌ акαηոдαγ персዞщор υросελегеռ αψևкту нէጭоσቹтιка, шοձаጱа уኽелጥмеሴеհ ኡйጩпесто փы госваφиφ отвሌм αլዶчовጌμո ե իξиለоմ ебеςешоч ቾщቇγոጦезви уцейу оςιρθγосн. Иኂո иρоጀዢδ εጽ уኩюֆωχω офувևሖеδο опуኢαп ψуնο ցудрαμጫп ժጻгօ υ - цαյип θχαстофужу. Օкθсвегеኯ оղυց скոхагιш սθտωቪиቮሬ σеγиձωհум ент բенըጰըхю εж ዛхоκαբεте оኀωհጿጅ упрузвማ. Δխ щէцаснէν ፎоմιш αтуጷαβа ፊэг в գажուп ձեхускоդαц ጥα զ ο մасեքօհ զυ ը գажиտохушу. ሎок еթէпсуքቡ. ኀпиդαхէлу օщихуշաζ ዮያոቭሮ ιቷուщխգиψ кፆγеж χиኺէщиፎ й օтюլ зя հ бխγሥз уዠо жኪм χաμιбиշե зиጬаγ бθኣуպоր асоቂураքиቩ ոγሞ λиյըጵ. dpoM1. ALLAH zamanı ve mekânı, sonra insanı yarattı. İnsandan peygamberler seçti. Doğru yolu göstersinler diye onlara vahyetti, kitap indirdi. Allah’ın varlığının ve tekliğinin, eşsizliğinin belgelerinin yer aldığı vahiy kitaplarından başka bu âlemde okunması gereken başka ayetler de vardır.“Zamanı geldiğinde insana mesajlarımızı evrenin uçsuz bucaksız ufuklarında ve kendi özbenliklerinde bulduklarıyla tam olarak anlatacağız ki bu vahyin tartışılmaz bir gerçek olduğu apaçık ortaya çıksın.”Fussilet 53 Allah’ın en kutsal ve en büyük ayeti nedir desek hemen herkes Zebur, Tevrat, İncil ve Kuran’ı düşünecektir. Doğal olarak akla gelen ilk şey peygamberlere indirilen dört büyük kitap ve yüz sahife olacaktır. Aslında biraz tefekkür ettiğimizde Allah’ın en büyük ayetinin insan olduğunu OLMAYAN İNSANLARA VERİLDİMeleklerin iradesi olmamasına rağmen insanın iradesi, seçme ve karar verme yetisi vardır. Hürriyet, Allah’ın hiçbir varlığa vermeyip, yalnızca insana verdiği temel bir özelliktir. Allah insanı eşref-i mahlûkat yaratılmışların en şereflisi ve ahsen-i takvim yaratılmışların en güzeli, üstünü olarak nitelendirmiştir. Bütün melekler ilk insan Hz. Âdem’in önünde saygıyla eşyanın tabiatını, eşyayı isimlendirmeyi ve meleklerin bile bilmediği şeyleri yalnızca insana öğretmiştir. Belki de bunun içindir ki Allah kendisine yönelik suçları affederken kula yönelik suçları yani kul hakkını, hakkı yenilen kişi affetmedikçe bağışlamamaktadır. Tek başına bu bile insanın Allah katında ne kadar değerli olduğunu gösteren bir ONURU KÂBE’NİN ONURUNDAN DAHA BÜYÜKAllah Resulü sav bir gün Kâbe’yi tavaf ederken durmuş ve şöyle demiştir “Ey Kâbe sen ne güzelsin, kokun ne kadar güzel, sen ne büyüksün, onurun ne kadar büyük, canımı elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki bir Müslümanın onuru Allah katında senin onurundan daha büyüktür.” Bundan dolayı, insan onurunu zedeleyen gıybet, iftira, dedikodu ve fitne fesat dinimizce yasaklanmıştır. Aslında, Yunus Emre ne güzel ifade etmiş “Eğer gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil/Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil”HATİM OKUNACAK, GÜZEL PEKİ YA İNSANI OKUMAK!Ramazan ayı geldi. Hatimler, mukabeleler okunacak, ne güzel! Peki ya bu ramazan, insanı okumayı becerebilecek miyiz? İnsanı okumadan, kitabı nasıl anlayabiliriz? Birbirimizi nasıl anlarız? Nasıl bağışlar, nasıl hoş görür, nasıl severiz? Yeryüzünün dört bir yanında gönüller yıkılırken, çocuklar istismar edilir, kadınlar şiddet görürken, Gazze’de hangi suçtan öldürüldüğünü bile anlamadan genç bedenler toprağa düşerken, Allah’ın en kutsal ayetinin yerle bir edildiğinin farkında mıyız acaba? Hani biz yaratılanı sevecektik yaratandan ötürü? Sahi ne oldu bize? Bir damla sudan yaratılmış bir fani iken, herkesin ölüp kendimizin ebedi kalacağı hissine bizi ulaştıran, bizi bu kadar pervasız, hesapsız, kibirli yapan nedir acaba?HZ. MUHAMMED DİYOR Kİ KENDİNİ BİLEN RABBİNİ BİLİR’Allah Resulü, “Kendini bilen rabbini bilir” diye buyurmuştur. Biz bütün dikkatimizi dışarıya yöneltirken, kendimizi ne ara unuttuk? Kendini okuyamayan, başkasını okuyabilir mi? Gelin bu ramazan kendimize bir iyilik yapalım. İnsan kitabını okuyalım. Kendimize dönelim, nefis muhasebesi yapalım. Ölmeden önce ölelim. Çünkü nasıl yaşarsak öyle öleceğiz, nasıl ölürsek öyle diriltileceğiz, nasıl diriltilirsek öyle de hesaba çekileceğiz. Hiçbir yardımcının olmadığı, elimizin ayağımızın lehimize ya da aleyhimize şahitlik yapacağı gün mahcup olmamak, utanmamak için birbirimizi sevelim, anlamaya çalışalım, değer verelim. Allah’ın insana verdiği en değerli şey olan hak ve özgürlüklerimize saygı HAREM 3 KUTSAL MESCİTHİCRİ İSMAİLKÂBE’nin Iraki ve Şami köşelerinin karşısında yerden metre yükseklikteki yarım daire şeklindeki duvara Hatim adı verilir. Hatim ve Kâbe duvarı arasındaki boş alan ise Hicri İsmail olarak adlandırılır. Hicri İsmail Kâbe’den sayıldığından tavaf, Hicri İsmail’in etrafından yapılır. Peygamber efendimiz, 35 yaşlarında iken tahrib olan Kâbe’nin inşasına katılmıştı. Bu inşaat sırasında malzemeler yetersiz kalınca Hicr, Kâbe’nin dışında bırakılmıştı. Resulullah, “Hicr Beyt’ten midir” diye soran Aişe validemize, “Evet Hicr Beyt’tendir” diye cevap vermiştir. Peygamber efendimiz daha sonraları, “Eğer kavmimin karşı çıkacağından endişe etmesem, Hicr’i Kâbe’ye dâhil eder, Kâbe’nin kapısını yer hizasında yapardım” buyurmuştur. Buhari, İlim, 48KISSADAN HİSSEKARDEŞLERİNİ KENDİNE TERCİH EDEN SAHABEHUZEYFETU’L-Adaviye anlatıyor “Yermuk savaşında amcamın oğlunu bulmak için dolaşıyordum. Yanımda bir miktar su vardı. Kendi kendime eğer ona rastlarsam bu suyu ona içirir, yüzünü silerim diyordum. Bir de baktım onun yanındayım. Sana su vereyim mi’ dedim. Evet diye işaret etti. Tam kendisine su verecekken öbür yandan birisi, Su’ diye inledi. Onu duyan amcam oğlum Suyu ona götür’ dedi. Hemen ona doğru koştum. Bir de baktım o su isteyen Hişam bin el-As imiş. Sana su vereyim mi’ dedim. Daha cevap vermesine zaman kalmadan öbür taraftan birisinin, Su’ diye inlediğini duyduk. Kendisi hiç içmeden, Suyu ona götür’ dedi. Ben de hemen onun yanına koştum. Yanına vardığımda ölmüştü. Bari Hişam’a yetiştireyim dedim. Yanına geldiğimde o da ruhunu teslim etmişti. Hiç olmazsa amcamın oğluna su vereyim dedim. Yanına geldim ki o da ölmüştü.” Kandehlevî, Hayatus-Sahabe, 1/308BİR SORU BİR CEVAPORUÇLUYKEN GÜNDÜZ UYKUSURamazan’da oruçlu iken gündüzü uyuyarak geçirmenin oruca zararı var mıdır?ORUCUN sahih/geçerli olması için, “oruç tutmaya niyet etmiş ve orucu bozacak şeylerden kaçınmış olmak” şarttır. Gündüzleri az veya çok uyumak, orucun sıhhatine zarar vermez. Bununla birlikte orucun vereceği sıkıntılardan uzak kalmak ve onları hissetmemek kastıyla, gerekli olmadığı halde ramazan günlerinde uzun süreli uyumanın, orucun hikmetiyle bağdaşmayacağı da unutulmamalıdır.
Bu soruya maddeler hâlinde cevap vermeyi daha uygun görüyoruz 1. Soruda kasıt vardır Bu sorunun hedefi inançları sarsmak, saf zihinleri bulandırmak, masum ve körpe dimağlara zehir akıtmaktır. Bir akrep kıskacı olan bu demogojik soru ile insanlar zehirlenmek istenmektedir. Şöyle ki Eğer bu soruya “Evet” diye cevap verilse o zaman “Demek ki sizin Rabbiniz, yarattığı şeyden güçsüzdür.” denilecek. Eğer, “Hayır” diye cevap verilse, o zaman da “Demek ki sizin Rabbiniz âcizdir.” denilecektir. Her iki halde de -hâşâ- Cenâb-ı Hakk’a acizlik isnadı söz konusudur. Bu soruyu ortaya atanlar, var olması muhal olan bir şeriki yaratmayı Cenâb-ı Hakk’ın kudretinden talep etmekle Allah’ın Hâlık yaratıcı, vehmettikleri o şerikin de mahlûk yaratılan olduğunu bir ön yargı olarak kabul ettikleri hâlde, daha sonra o mevhum mahlukun Hak Teâlâ’dan büyük olabileceğine ihtimal vermekle, açıkça demagoji yapmaktadırlar. Bu kimseler Allah’ın kutsi mahiyetinin mahlûk mahiyetine hiçbir cihetle benzemeyeceğini bilememektedir. Eser ustasına hiçbir cihetle benzemeyeceği gibi, Cenab-ı Hak da mahlûkatına hiçbir cihetle benzemez. Bu hakikati bilmemek, büyük bir cehalettir. Bu cehalete düşenler Allah’ın mutlak kadir, mahlûkun ise sonsuz âciz olduğu gerçeğinden gafildirler. 2. Soruda “imkân-ı vehmî” ile “imkân-ı aklî” birbirine karıştırılmaktadır. İmkân-ı aklî Aklen hem olması hem de olmaması mümkün olan şeye denir. Meselâ, yeni evlenen bir insanın, çocuğunun olması da olmaması da mümkündür. İmkân-ı vehmi Hariçte vukua gelmesi mümkün olmayan, hakikatsiz ve esassız bir vehimdir. İmkân-ı vehmi hiçbir hükme esas olamaz. Hiçbir delil ve hakikate dayanmadığı için ilim ve mantık imkân-ı vehmi ile meşgul olmaz. İmkân-ı vehmi sadece “olabilir”, “belki” gibi temenni, zan ve hayallerden kaynaklanır. “Cenâb-ı Hak kendinden büyük bir mahlûk yaratabilir mi?” sorusunda imkân-ı vehmi ile imkân-ı aklî karıştırılmıştır. Bu soru ancak vehmin mahsulüdür; hiçbir hakikate istinad etmeyen bir hurafe, bir safsatadır; aklen muhaldir. Hiçbir akıl, bir mahlûkun Allahü Azîmüşşân’dan büyük olmasını mümkün göremez. 3. Soru ile demagoji yapılmaktadır. Mantıkta “Gerçek olmayan mukaddemelerle yapılan kıyaslara demagoji veya safsata” denilmektedir. Meselâ duvar üzerine çizilmiş bir insan resmi gören demagog “Bu resim konuşur. Çünkü, bu resim insana aittir.” “Her insan konuşur. Öyle ise bu insan da konuşur.” diye yanlış bir hükme varır. Cenâb-ı Hakk’ın yaratacağı bir mahlûku -hâşâ- Allah’tan büyük tevehhüm etmek, duvardaki resmi insan kabul etmekten daha büyük bir safsatadır. Bu soruda esas olarak şu safhalar vardır a Yaratılması vehmedilen varlığın şu anda mevcut olmadığı kabul edilmektedir. b Mevhum varlığın yaratılması Allah’tan beklenmekte, böylece Allah’ın Hâlık olduğu, o mevhum varlığın ise mahlûk olacağı kabul edilmektedir. c O mevhum varlığın yaratılması Allah’tan istendiği gibi, onun büyüklüğü, gücü, dirayet ve azameti de Allah’tan istenmektedir. Bu mukaddemelerden Cenâb-ı Hakk’ın sonsuz büyük, yegâne Hâlık, ezelî ve ebedî ve mutlak Kadir olduğu; o mevhum varlığın ise yaratılmaya muhtaç, âciz, zelil ve miskin olduğu sonucu çıktığı halde, tam tersine o vehmî varlığın Allah’tan büyük olup olmayacağı sorulmaktadır. Bu ise yukarıdaki misâlden çok daha ileri derecede bir safsatadır. 4. Soru pek çok çelişkilerle doludur Soru ile yapılmak istenen kıyas, çelişkili hükümlere dayandırılmıştır. Dolayısıyla, bu sorunun “iddia olma” özelliği yoktur. Meselâ, “Sonsuzdan daha büyük bir sayı yazılabilir mi?” sorusu böyle çelişkili bir hükme dayanır. Bu sebeple hiçbir ilmî kıymeti yoktur. Çünkü, sonsuzdan büyük bir sayı olamaz ki, böyle bir soru da sorulabilsin. Eğer sonsuz, erişilmez bir büyüklüğün sembolü ise hiçbir rakam sonsuz ile mukayese edilemez. Sonsuzdan büyük bir rakam düşünülse o zaman da sonsuzluk hakikati ortadan kalkar. Bu soru da çelişkili kıyaslardan olduğu için, mantıken ve ilmen hiçbir kıymeti yoktur. Bilindiği gibi bir eserdeki kemâl, onu yapan zatın kemâlinin bir tecellisi, bir göstergesidir. Ve bu eserdeki kemâlin, ustasının kemâlini aşması, ondan fazla olması muhaldir. Bir âlimin, telif ettiği bir kitabına kendi ilminden fazla ilim yerleştirmesi, yahut, bir mimarın kendi maharetini aşan bir eser yapması, güneşin kendi ışığından fazlasını bir damla suya vermesi muhaldir, safsataların en acibidir. “Cenâb-ı Hak, kendinden büyük bir varlık yaratabilir mi?” sorusu “Allahü Teâlâ kendi kemâlatından daha fazlasını bir mahlûkuna verebilir mi?” gibi bir saçmalık ifade eder. Soru, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları, fiilleri adedince muhaller taşır. Bunlardan birkaçını kaydedelim Hak Teâlâ’nın sıfatlarından biri “kudret”tir. Soru, bu sıfat yönünden tahlil edildiğinde şöyle olur “Kudreti sonsuz olan Cenâb-ı Hak, kendinden daha kudretli birisini yaratabilir mi?” Bu sorunun sahibi, sonsuzluk kavramının cahilidir. Sonsuz kudretten daha büyük bir kudret olamaz ki, böyle bir soru sorulabilsin. Şu sonsuz feza, şu uçsuz bucaksız sistemler, hep O Kadir-i Zülcelâl’in kudretinin tecelligâhıdır. Haşmetli bir dağın âyinedeki tecellisi bir çakıl taşı ağırlığında da olamaz. Hadsiz yıldızlar, uçsuz bucaksız galaksiler hep Cenab-ı Hakk’ın Hâlık isminin tecellileridir. Bu tecellilerin O Kadir-i Mutlak’ı yorması, âciz bırakması düşünülemez. Her an böyle milyarlarca kâinatı yaratsa, bunların tümü o kudret nazarında yine bir zerre kadar da olamaz. Söz konusu soru, Cenâb-ı Hakk’ın “irâde” sıfatı yönünden tahlil edilirse şu şekle girer “Mutlak irâde sahibi olan Allah Teâlâ, kendi hükmünü geri bıraktıracak, kendi irâdesini kayıtlayacak bir ilâh yaratabilir mi?” Halbuki, Cenâb-ı Hakk’ın irâdesi mutlaktır, sonsuzdur. Hiçbir kayıt altına girmez. O’nun irâdesini kayıt altına alacak bir varlığın bulunması muhaldir. Öte yandan, Cenâb-ı Hakk’ın yaratacağı şey, mahlûk olur. Mahlûk ise Hâlık’ın irâdesi altındadır. Bu soru ile Hâlık’ın irâdesi sınırlı, mahlûkun irâdesi ise sınırsız tevehhüm edilmekte, böylece “sınırlı olanın sınırsız olanı sınırlandırması” gibi büyük zıtlığa ve çelişkiye düşülmektedir. Soruyu, Allahü Teâlâ’nın “ezeliyeti ve ebediyeti” noktasından düşündüğümüzde şu safsata ile karşılaşırız “Cenâb-ı Hak, kendinden evvel var olup, kendisinden sonra da varlığı devam edecek olan bir mahlûk yaratabilir mi?” Ezel ve Ebed Sultanı olan Allahü Azîmüşşan’ın, bir ismi Evvel, bir ismi de Âhir’dir. Varlığının evveli olmadığı gibi, sonu da yoktur. Ezelden evvel ve ebedden öte bir zaman kavramı olamaz ki, böyle bir hurafeye, bir vehme yer olabilsin. Bu safsataya göre, Cenâb-ı Hak ezelî ve ebedî olduğu hâlde, -hâşâ-, fâni ve sonradan yaratılan bir mahluk olacak, yaratacağı o mevhum varlık ise, mahlûk olduğu hâlde ezelî ve ebedî olacaktır. Cenâb-ı Hakk’ın hayat, semi’, basar gibi diğer sıfatları da aynı mantık ve ölçü içerisinde düşünülebilir. Ne gariptir ki, böyle bir safsata ve bir hezeyan bu asrın cehalet çarşısında müşteri bulmakta, az da olsa bir kısım insanları saptırabilmektedir. 5. Soruda hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi istenmektedir. Bilindiği gibi, bir hakikatin, zıddına dönüşmesi muhaldir. Yine, bir hakikatin kendi mahiyetini korumakla birlikte kendi zıddı olan bir mahiyete girmesi de muhaldir. Meselâ, güneşin, kendi mahiyetini aynen muhafaza ederek suya dönüşmesi, yahut bir insanın “insanlık” mahiyetini hiç kaybetmeden “arslan” olması muhaldir. Misâller çoğaltılabilir. Mahlûkat için, gerçeklerin zıtlarına dönüşmesi böyle binlerce muhaller taşıdığı hâlde, Hâlık Teâlâ hakkında böyle bir şey vehmetmek muhallerin en acibidir. Yukarıdaki soru ile ulûhiyete ait sonsuz hakikatlerin zıtlarına dönüşmesi tevehhüm edilmektedir. Şöyle ki; soru sahibi bu demogoji ile sonradan yaratılacağından noksan, fâni, âciz, kayıtlı olacak olan o mevhum varlığın hakikatini, zıddı olan sonsuz kudret ve kemâle inkılâb ettirme muhaline düşmektedir. Allah Teâlâ’nın mutlak kemâli, zıddı olan mutlak noksanlığa, mutlak cemâli mutlak çirkinliğe, mutlak kudreti, mutlak acze inkılâb etmez. O Zât-ı Zülcelâl sonsuz aziz, mahlûkat ise sonsuz zelildir. Allahü Azîmüşşân, sonsuz âlim ve mutlak Hâkim’dir; mahlûkat ise cahil ve mahkûmdur. Allah’ın varlığı vücudu vâcib, Zâtı ezelî ve ebedîdir. Yarattığı ve yaratacağı herşey ise mümkindir, fânidir ve hadistir. Soru sahibinin vehmine göre, Cenâb-ı Hak ezeli olduğu hâlde, -hâşâ- hadis olacak sonradan meydana gelecek, yaratılması vehmedilen o varlık ise, hadis olduğu hâlde ezelî olacaktır. Tâ ki, Allahı Teâlâ’dan, -hâşâ- daha büyük olması tevehhüm edilsin. Allahü Azîmüşşân, sonsuz kadir olduğu hâlde, âciz olacak, O’nun yaratmasına muhtaç olan o varlık ise sonsuz kadir olacaktır!.. Misaller çoğaltılabilir. 6. Soru sahibi vücut varlık mertebelerinden habersizdir. Bu sorunun cevabı, üç kavramın bilinmesine bağlıdır. Bunlar “vâcib, mümkin ve mümteni” kavramlarıdır. Aklen bu üçünün dışında kalan bir başka şık düşünülemez. Gayet mükemmel bir heykele baktığımızda bu üç hakikati şöyle tesbit edebiliriz “Heykelin bir ustası olması vâciptir.” Zira, san’at san’atkârsız düşünülemez. “Bu heykel yapılmadan önce, ustası için heykeli yapıp yapmamak ise mümkündür.” Yâni usta için, o eseri yapıp yapmamak olasıdır. “Heykelin, ustasından daha maharetli, mükemmel, daha güçlü olması ise mümtenidir imkansızdır, muhaldir.” Aynı hakikati güneş için düşünecek olursak Güneşin ışık sahibi olması vâcibdir. Yâni, ışıksız güneş düşünülemez. Güneşi irâde sahibi farzetsek, ışığını dilediğine verip, dilemediğine vermemesi de mümkündür. Güneşin âyinedeki tecellisinin, güneşin büyüklüğüne ve ısısına sahip olup, etrafında on iki gezegeni dolaştırması ise mümtenidir yani imkansızdır. Yukarıdaki misâller gibi, vücud mertebelerinde de üç hakikat vardır Vâcib, mümkin, mümteni. Cenâb-ı Hakk’ın vücudu “vâcib”, yaratılmış ve yaratılacak olan her şeyin vücudu “mümkin”, Allah Teâlâ’nın şeriki, misli, benzeri ve nazirinin bulunması ve herhangi bir mahlûkunun kendisinden büyük ve güçlü olması ise “mümteni”dir. Cenâb-ı Hakk’ın vücudu vâcibdir. O’nun vücudu Zât’ındandır. Var olmak için hiçbir sebebe muhtaç değildir. O’nun varlığı mahlûkatın varlığına hiçbir cihetle benzemez. Hiçbir cihetle dengi, eşi ve benzeri yoktur. Mümkine gelince, mümkin varlığı ile yokluğu eşittir, var da olabilir, yok da olabilir. Mümkinin varlığı da, yokluğu da muhal değildir. Yaratılan ve yaratılma ihtimali olan her şey mümkindir. Meselâ, kâtibe göre bir harfin yazılıp yazılmaması denktir. Yâni, kâtib, o harfi yazabilir de, yazmayabilir de. Demek ki, harf için iki taraf söz konusudur. Olmak ve olmamak. Kâtib bu iki şıktan hangisini tercih ederse o gerçekleşir. Yazmayı tercih ederse harf yokluktan varlık âlemine çıkar, yazmamayı tercih ederse yoklukta kalır. Bütün mümkinat, Cenâb-ı Hakk’ın yanında bu harf gibidir. Kâinat, O’nun yaratmasıyla meydana geldiği gibi, yine O’nun irâdesi, kudreti, terbiye ve takdiri ile varlığını sürdürmektedir. Gerek var olmasında, gerekse devam ve bekasında Allah’a muhtaçtır. Mümkinat âleminde, O Vâcib-ül Vücudu âciz kılacak bir mahlûkun olması düşünülemez. O’nun ezelî irâdesi ve mutlak kudreti karşısında her şey eşittir. Küçük-büyük farkı yoktur. O kudrete nisbeten bütün galaksilerle bir zerre birbirine denktir. Bir çiçek ile baharın, parça ile bütünün farkı yoktur. Mümteniye gelince; mümteni, varlığını tasavvur etmek asla mümkün olmayan demektir. Mümkinin “olmak”, “olmamak” gibi iki ciheti varken, mümteninin tek ciheti vardır; o da olmamaktadır. Yokluk mümteninin daimî vasfıdır. Onun varlığını tasavvur etmek, çelişki ve tezatları doğurur. Meselâ, bir rakam ya çifttir ya da tektir. Bir rakamın hem çift, hem de tek olması mümtenidir. Bir insanın aynı anda hem ayakta hem de oturur olması da mümtenidir. Bir rakamın sonsuzdan büyük olması da mümtenidir. Aynen öyle de, Cenâb-ı Hakk’ın ortağı ve benzeri olması da mümtenidir. Mümkinin vâcib’ten büyük olması da mümtenidir. Mahlûkun Hâlık’tan üstün olması da mümtenidir. Soru sahibi bir demogoji ile mümteniyi mümkin göstermeye çalışmaktadır. 7. Soru sahibi büyüklük kavramının cahilidir. Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü mahlûkata nisbeten değildir. Yâni, O, zâtında büyüktür, büyüklüğü mahlûkat ile kıyasa girmez. O’nun Zâtı hiçbir mahlukuna benzemediği gibi, büyüklüğü de mahlûkatın büyüklüğüne benzemez, takdirle bilinmez. Mahlûkatın büyüklüğü nisbîdir, birbirine göredir. Bu hakikati bir misâl ile açıklamaya çalışalım. Güneşin büyüklüğü kar zerrelerindeki tecellileriyle kıyasa girmez. Zira, bütün o tecelliler, parlaklıklarını o güneşten almaktadırlar. Nasıl onunla kıyasa girebilirler? Bu misâl gibi, ilmi, kudreti, azamet ve kibriyâsı sonsuz olan Allah Teâlâ’ nın büyüklüğü de mahlûkatın büyüklüğü ile hiçbir cihetle kıyasa giremez. Zira bütün mahlûkat hep O’nun sıfatlarının ve isimlerinin tecellileridir. Varlıkları O’nun var etmesiyle, hayatları O’nun hayat vermesiyle, nurları O’nun nurlandırmasıyladır. Onların büyüklükleri ancak birbirilerine göredir. O’nun bir mahlûku olan insan aklı ne kadar büyüklük tasavvur ederse etsin ve yine insan hayali büyüklüğü nasıl hayal ederse etsin, bunların hepsi mahlûk büyüklüğüdür. Cenâb-ı Hakk’ın büyüklüğü, düşünülen ve hayal edilen bütün bu büyüklüklerden münezzehtir, yücedir. Bilindiği gibi, matematik ilminde bir “sonsuz” kavramı vardır. Bütün rakamlar ona nisbetle kıyasa giremeyecek kadar küçük kalırlar. Onların büyüklükleri birbirilerine göredir. Sonsuz için bir ile bir milyarın farkı yoktur. Bu noktada sonsuza nisbeten büyük-küçük fark etmez. Bütün rakamlar, şuurlu kabul edilse, bunların hepsi sonsuzu kavramakta aynı derecede güçsüz ve noksan kalacakları gibi, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz büyüklüğünü anlamakta da bütün akıllar aynı nisbette âciz kalırlar. O mutlak ve sonsuz büyüklük, bu sınırlı akla sığmaz. Soruda sözü edilen o vehmi varlığın, mahlûk olacağı peşinen kabul edilmektedir. Bir mahlûk ise ne kadar büyük olursa olsun, büyüklüğü mahlûklara göredir ve o daire içinde düşünülür. Sanatkârın sanatından büyük olduğu tartışma kabul etmez bir gerçektir. Meselâ, Selimiye Camii’ndeki bütün kemâlât ve güzellik hep mimarının kemâlâtından süzülmüş, ilminden dökülmüştür. O taşları bir şaheser hâline getiren, Mimar Sinan’ın ruhundaki incelik, düşüncesindeki derinlik, hissiyatındaki zerafet ve san’atındaki meharettir. Alkış Sinan’adır, takdir O’na gider. Faraza, Sinan’ın ömrü, ebedî olsaydı, daha nice camiler yapar, eserler vücuda getirirdi. O eserlerin hepsi de O’nun büyüklüğüne delil olurdu. Lâkin, onların büyüklükleri Mimar Sinan’ın büyüklüğüyle mukayeseye giremezdi. Şu kâinat denilen büyük mescid, arşlar, ferşler, sema tabakaları, uçsuz bucaksız galaksiler de hep Allah’ın eseri, icadı ve mahlûkudur. Onlarda tecelli eden bütün güzellikler ve üstünlükler Esmâ-i İlâhiyye’ye aittir. Bütün mevcudat Cenâb-ı Hakk’ın kudretiyle, iradesiyle, hâkimiyetiyle ayakta durmaktadır. Atomlardan galaksilere kadar her şey, her haliyle ve tavriyle, her an O’nun hâkimiyeti ve gözetimi altındadırlar. O’nun hâkimiyeti karşısında her şey mahkûm, O’nun büyüklüğü karşısında her mahlûk zelildir. İşte yukarıdaki soru, büyüklük mefhumunu bilmemek yanında, Hâlikıyet ve mahlûkıyeti de bilmemekten kaynaklanmaktadır. kaynak
Suresi 27. ayet ve 28. ayetlerinde insanlığa verdiği birçok mesaj vardır. Bizlerde sizlere Fatır Suresi 27. ayet ve 28. ayette neler söylendiğini sizlere detaylı olarak güncelleme tarihi 1805Fâtır Suresi 27-28. Ayetlerde verilen mesajlar yine iman edenlerin imanlarını pekiştirmesi ve iman etmeyenlerin de Allah’ın gücü ve kudretini yeryüzünün her sahasında görerek iman etmeleri için çağrı niteliğindedir. Dağların farklı renklerde yaratılması, gökten yağmurun yağdırılması ile canlıların hayat bulması gibi tüm işler, ancak Allah’ın emri ve kudreti ile gerçekleşebilecek durumlardır. Fâtır Suresi 27-28. Ayetlerde verilen mesajlar da bunları pekiştirmektedir. Fâtır Suresi 27-28. Ayetlerde verilen mesajlar hakkında bilgi vermeye geçmeden önce ayetleri inceleyelim. “Allah’ın gökten su indirdiğini görmez misin? Sonra onunla renk ve çeşitleri farklı ürünler çıkardık. Dağların da farklı renklerde; beyaz, kırmızı, simsiyah yolları, kısımları vardır.” Fâtır-27 “Aynı şekilde, insanlardan, binek hayvanlarından ve eti yenen hayvanlardan da farklı tür ve renklerde olanlar var. Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar. Şüphesiz Allah üstündür, çokça bağışlayıcıdır.” Fâtır-28 Fâtır Suresi 27. Ayette Verilen Mesajlar Kur’an’ı Kerim’in bu ayet-i kerimesinde inananlar için büyük ibretler vardır. “Gökten suyun indirilmesi” yani yağmurun yağması ile yeryüzüne değdikten sonra farklı renklerde ürünlerin çıkartılmasına işaret edilen bu ayet, inkârcılar için ise en iyi cevaptır. Nitekim doğada olan hiçbir olay, olgu, hareket kendi başına değildir, arkasında kudreti ile en büyük olan Allah vardır. Gökten rengi olmayan su damlacıklarının toprağa düşmesi ile toprağın altında envaı renkte bitkilerin yeşererek insan ve diğer canlıların hizmetine sunulması, basit bir şekilde “doğa olayıdır” diye geçiştirilemez. Dağlar da aynı şekilde Allah’ın kudretinin en büyük delillerindendir. Zira insan, güç getiremediği şeylerde de Allah’ın yardımını görür. Öyle ki dağların beyaz, kırmızı, simsiyah yolları, kısımları olan oluşumlardır. Eğer, Allah dileseydi dağların oyulmasına müsaade etmeyecek kadar güçlü ve çetin dağları da yaratabilirdi. Ama insanların kolaylığına sunduğu dağlar, hem insanlar için birer geçit hem de yeryüzünün kolonları hükmüne girmiştir. İşte tüm bunlar, Allah’ın büyüklüğüne işaret eden durumlardır. Fâtır Suresi 28. Ayette Verilen Mesajlar Allah’ın yaratma sıfatı sadece kendisine mahsustur. O’ndan başkası ne yaratabilir ne de hayat verebilir. O, öyle bir güce sahiptir ki yeryüzüne bugüne kadar gelmiş hiçbir insanın parmak izinin birbirine benzemeyeceği şekilde tasavvur edendir. O öyle bir güce sahiptir ki bugüne değin yaratılmış milyarlarca insanın rengini farklı şekilde yaratmıştır. Kudreti ve gücü hiçbir şey ile ölçülemeyen Allah Fâtır Suresi 28. Ayette verilen mesajlar vasıtası ile insanların yeniden durup düşünmesini istemektedir. “Kulları içinden ancak bilenler, Allah’ın büyüklüğü karşısında heyecan duyarlar” Ayet-i kerimenin bu bölümünde çok önemli vurgular bulunmaktadır. Mesela geçmişten bugüne kadar birçok insan Allah’ın varlığını inkâr etmiş, doğada yaşanan olayları tamamen “tesadüf” olduğunu söylemişlerdir. “Darvin teorisi” çöktüğü halde “İnsanlar maymundan gelmedir” fikri hâlâ görülebilmektedir veya deist ve ateistlerin görüşleri de yine görülen durumlar arasındadır. Ancak Allah bu ayet-i kerimesinde inananları ayrı bir sınıfta tutuyor ve ancak Allah’ın büyüklüğü karşısında inananların heyecan duyabileceklerini söylüyor. İnanan insanlar, yeryüzünde gözleriyle gördükleri her şeyi Allah’ın yaratma sanatına bağlarlar. Aşılmayan dağların büyüklüğü, hayvanların yeşil ot yiyerek bembeyaz süt vermeleri, insanların renk olarak birbirlerinden farklı olmaları gibi her durumu ancak Allah’ın sanatına bağlarlar ve bunlar karşısında heyecana kapılırlar. Fâtır Suresi 27-28. Ayetlerde verilen mesajlar hakkında kısaca şunları söyleyebiliriz; Gökyüzünden yağmuru yağdıran ve bu yağmurla yeryüzünde bitkilerin oluşmasını sağlayan, insan ve diğer canlıların su ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlayan Allah’tır Dağların farklı renklerde yaratılmasının arkasındaki yegane güç Allah’ın gücüdür. Sarp dağlarda, kayalar arasında ağaçların ve diğer bitkilerin yeşermesini ancak Allah dilerse olabilir. Dağların arasında insan ve diğer canlıların geçebilmeleri ve birbirlerine ulaşabilmeleri için simsiyah yolları yaratan da Allah’tır. İnsanların farklı renklerde yaratılmaları, Allah’ın varlığının ve gücünün delillerindendir. Hayvanlardan bir kısımlarının binek hayvanı olarak yaratılmaları diğer kısmının ise etinden veya sütünden veya türlü yemişlerinden yararlanmalarını sağlayan Allah’tır. İnanan insanlar, tüm bunları düşündüklerinde Allah’ın gücü ve kudreti karşısında heyecana kapılırlar ve O’na şükürlerini en iyi şekilde ifade ederler. İnanan insanlar, Allah’a karşı bir günah işlediklerinde O’nun engin bağışlayıcı özelliğine sığınarak tevbe ederler. Önerilen İçerik Dua Nedir Nasıl Edilir? / DİNBU İÇERİĞE EMOJİYLE TEPKİ VER!
İslam alemi için önemli bir yere sahip olan sabır kavramı Kur’an-ı Kerim’de yer alan ayetlerde ve Peygamber Efendimizin hadislerinde geçmektedir. Gerçekleşen veya gerçekleşmesi beklenen durumlarda insanın direnç gösterme; olumsuzlukları olumlu kılmak için gösterilen metanet anlamlarına gelmektedir. Sabır ile İlgili Ayetler Bakara Suresi, 45. ayet Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu, şüphesiz, huşû duyanların dışındakiler için ağır bir yükdır. Bakara Suresi, 153. ayet Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir. Bakara Suresi, 155. ayet Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele. Bakara Suresi, 177. ayet Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere özgürlükleri için veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. Bakara Suresi, 249. ayet Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki "Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim bundan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç-onu tadmazsa bendendir. Küçük bir kısmı hariç hepsi sudan içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle ırmağı geçince onlar geride kalanlar "Bugün bizim Calut'a ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok" dediler. O zaman Muhakkak Allah'a kavuşacaklarını umanlar şöyle dediler "Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah'ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir." Bakara Suresi, 250. ayet Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana savaşa çıktıklarında, dediler ki "Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl kaydırma ve kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." Al-i İmran Suresi, 17. ayet Sabredenler, doğru olanlar, gönülden boyun eğenler, infak edenler ve 'seher vakitlerinde' bağışlanma dileyenlerdir. Al-i İmran Suresi, 120. ayet Size bir iyilik dokununca tasalanırlar, size bir kötülük isabet ettiğindeyse buna sevinirler. Eğer siz sabreder ve sakınırsanız, onların 'hileli düzenleri' size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz, Allah, yapmakta olduklarını kuşatandır. Al-i İmran Suresi, 125. ayet Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır. Al-i İmran Suresi, 142. ayet Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Al-i İmran Suresi, 146. ayet Nice peygamberle birlikte birçok Rabbani bilginler savaşa girdiler de, Allah yolunda kendilerine isabet eden güçlük ve mihnetden dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever. Al-i İmran Suresi, 186. ayet Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız bu emirlere olan azimdendir. Al-i İmran Suresi, 200. ayet Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, sınırlarda nöbetleşin. Allah'tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz. Araf Suresi, 126. ayet "Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz'in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür." Enfal Suresi, 66. ayet Şimdi, Allah sizden yükünüzü hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı kişi bulunursa, onların iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin kişi olursa, Allah'ın izniyle onların iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir. Yusuf Suresi, 18. ayet Ve üzerine yalandan kan sürülmüş olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp böyle bir işe sürüklemiş. Bundan sonra bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı Kendisi'nden yardım istenecek olan Allah'tır."0 Yusuf Suresi, 83. ayet Şehre dönüp durumu babalarına aktarınca o "Hayır" dedi. "Nefsiniz sizi yanıltıp böyle bir işe sürüklemiş. Bundan sonra bana düşen güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah pek yakın bir gelecekte onların tümünü bana getirir. Çünkü O, bilenin, hüküm ve hikmet sahibi olanın Kendisi'dir." Kehf Suresi, 78. ayet Dedi ki "İşte bu, benimle senin aranda ayrılma zamanımız. Sana, üzerinde sabır göstermeye güç yetiremeyeceğin bir yorumu haber vereceğim. Kehf Suresi, 82. ayet "Duvar ise, şehirde iki öksüz çocuğundu, altında onlara ait bir define vardı; babaları salih biriydi. Rabbin diledi ki, onlar erginlik çağına erişsinler ve kendi definelerini çıkarsınlar; bu, Rabbinden bir rahmettir. Bunları ben, kendi işim özel görüşüm olarak yapmadım. İşte, senin sabır göstermeye güç yetiremediğin şeylerin yorumu." Taha Suresi, 130. ayet Şu halde onların söylediklerine karşı sabırlı ol, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini hamd ile tesbih et yücelt. Gecenin bir bölümünde ve gündüzün uçlarında da tesbihte bulun ki hoşnut olabilesin. Mearic Suresi, 5. ayet Şu halde, güzel bir sabır göstererek sabret. İnsan Suresi, 24. ayet Öyleyse, Rabbinin hükmüne sabır göster. Onlardan günahkar veya nankör olana itaat etme. Nisa Suresi, 25. ayet İçinizden özgür mü'min kadınları nikahlamaya güç yetiremeyenler, o zaman sağ ellerinizin malik olduğu inanmış cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı en iyi bilendir. Öyleyse onları, fuhuşta bulunmayan, iffetli ve gizlice dostlar edinmemişler olarak velilerinin izniyle nikahlayın. Onlara ücretlerini mehirlerini maruf güzel ve örfe uygun bir şekilde verin. Evlendikten sonra, fuhuş yapacak olurlarsa, özgür kadınlar üzerindeki cezanın yarısını uygulayın. Bu, sizden günaha sapmaktan endişe edip korkanlar içindir. Sabrederseniz sizin için daha hayırlıdır. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. En'am Suresi, 34. ayet Andolsun senden önce de elçiler yalanlandı; onlara, yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah'ın sözlerini va'dlerini değiştirebilecek yoktur. Andolsun, gönderilenlerin haberlerinden bir bölümü sana da geldi. Araf Suresi, 128. ayet Musa kavmine "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Gerçek şu ki, arz Allah'ındır; ona kullarından dilediğini mirasçı kılar. En güzel sonuç muttakiler içindir" dedi. Araf Suresi, 137. ayet Kendisine bereketler kıldığımız yerin doğusuna da, batısına da o hor kılınıp-zayıf bırakılanları müstaz'afları mirasçılar kıldık. Rabbinin İsrailoğulları'na olan o güzel sözü vaadi, sabretmeleri dolayısıyla tamamlandı yerine geldi. Firavun ve kavminin yapmakta oldukları ve yükselttiklerini köşklerini, saraylarını da yerle bir ettik. Enfal Suresi, 46. ayet Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. Yunus Suresi, 109. ayet Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır. Hud Suresi, 11. ayet Sabredenler ve salih amellerde bulunanlar başka. İşte, bağışlanma ve büyük ecir bunlarındır. Hud Suresi, 49. ayet Bunlar Sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordun. Şu halde sabret. Şüphesiz güzel olan sonuç takva sahiplerinindir. Hud Suresi, 115. ayet Ve sabret. Gerçekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez. Yusuf Suresi, 90. ayet "Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?" dediler. "Ben Yusuf'um" dedi. "Ve bu da kardeşimdir. Doğrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilikte bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz." Ra'd Suresi, 22. ayet Ve onlar-Rablerinin yüzünü hoşnutluğunu isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun dünyanın güzel sonucu ahiret mutluluğu onlar içindir. Ra'd Suresi, 24. ayet "Sabrettiğinize karşılık selam size. Dünya Yurdunun sonu ne güzel." İbrahim Suresi, 5. ayet Andolsun Musa'yı "Kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın günlerini hatırlat" diye ayetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda çokça sabreden ve şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. İbrahim Suresi, 12. ayet "Bize ne oluyor ki, Allah'a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah'a tevekkül etmelidirler." İbrahim Suresi, 21. ayet Onların tümü-toplanıp kıyamette Allah'ın huzuruna çıktılar da zayıflar müstaz'aflar büyüklük taslayanlara müstekbirlere dedi ki "Şüphesiz, biz size tabi idik; şimdi siz, bizden Allah'ın azabından herhangi bir şeyi önleyebiliyor musunuz?" Dediler ki "Eğer Allah bize doğru yolu gösterseydi biz de sizlere doğru yolu gösterirdik. Şimdi yakınsak da, sabretsek de fark etmez, bizim için kaçacak bir yer yoktur." Nahl Suresi, 42. ayet Onlar sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. Nahl Suresi, 96. ayet Sizin yanınızda olan tükenir, Allah'ın Katında olan ise kalıcıdır. Sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle Biz muhakkak vereceğiz. Nahl Suresi, 110. ayet Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip, sabredenlerin destekçisidir. Şüphesiz senin Rabbin, bundan sonra da gerçekten bağışlayandır, esirgeyendir. Nahl Suresi, 126. ayet Eğer ceza verecekseniz, size verilen cezanın misliyle ceza verin ve eğer sabrederseniz, andolsun bu, sabredenler için daha hayırlıdır. Nahl Suresi, 127. ayet Sabret; senin sabrın ancak Allahın yardımı iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli-düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme. Kehf Suresi, 28. ayet Sen de sabah akşam O'nun rızasını isteyerek Rablerine dua edenlerle birlikte sabret. Dünya hayatının aldatıcı süsünü isteyerek gözlerini onlardan kaydırma. Kalbini Bizi zikretmekten gaflete düşürdüğümüz, kendi 'istek ve tutkularına hevasına' uyan ve işinde aşırılığa gidene itaat etme. Kehf Suresi, 67. ayet Dedi ki "Gerçekten sen, benimle birlikte olma sabrını göstermeye güç yetiremezsin." Kehf Suresi, 68. ayet Böyleyken "Özünü kavramaya kuşatıcı olamadığın şeye nasıl sabredebilirsin?" Kehf Suresi, 69. ayet Musa "İnşaAllah, beni sabreden biri olarak bulacaksın. Hiçbir işte sana karşı gelmeyeceğim" dedi. Kehf Suresi, 72. ayet Dedi ki "Gerçekten benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" Kehf Suresi, 75. ayet Dedi ki "Gerçekte benimle birlikte olma sabrını göstermeye kesinlikle güç yetiremeyeceğini ben sana söylemedim mi?" Enbiya Suresi, 85. ayet İsmail, İdris ve Zü'l-Kifl, hepsi sabredenlerdendi. Hac Suresi, 35. ayet Onlar ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine isabet eden musibetlere sabredenler, namazı dosdoğru kılanlar ve rızık olarak verdiklerimizden infak edenlerdir. Mü'minun Suresi, 111. ayet "Bugün Ben, gerçekten onların sabretmelerinin karşılığını verdim. Şüphesiz onlar, 'kurtuluşa ve mutluluğa' erenlerdir." Furkan Suresi, 20. ayet Senden önce gönderdiklerimizden, gerçekten yemek yiyen ve pazarlarda gezen elçilerden başkasını göndermiş değiliz. Biz, sizin kiminizi kimi için deneme fitne konusu yaptık. Sabredecek misiniz? Senin Rabbin görendir. Furkan Suresi, 75. ayet İşte onlar, sabretmelerine karşılık cennetin en gözde yerinde odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. Kasas Suresi, 54. ayet İşte onlar; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler. Kasas Suresi, 80. ayet Kendilerine ilim verilenler ise "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler. Ankebut Suresi, 59. ayet Ki onlar, sabredenler ve Rablerine tevekkül edenlerdir. Rum Suresi, 60. ayet Öyleyse sen sabret; şüphesiz Allah'ın va'di haktır; kesin bilgiyle inanmayanlar sakın seni telaşa kaptırıp-hafifliğe veya gevşekliğe sürüklemesinler. Lokman Suresi, 17. ayet "Ey oğlum, namazı dosdoğru kıl, ma'rufu emret, münkerden sakındır ve sana isabet eden musibetlere karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir. Lokman Suresi, 31. ayet Görmüyor musun ki, size ayetlerinden bazılarını göstermesi için, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. Secde Suresi, 24. ayet Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar Bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı. Ahzab Suresi, 35. ayet Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, gönülden Allah'a itaat eden erkekler ve gönülden Allah'a itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla Allah'tan korkan erkekler ve saygıyla Allah'tan korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çokça zikreden erkekler ve Allah'ı çokça zikreden kadınlar; işte bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır. Sebe Suresi, 19. ayet Onlar ise "Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç şehirlerimiz birbirine çok yakındır dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece Biz de onları efsanelere konu olan bir halk kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. Saffat Suresi, 102. ayet Böylece çocuk onun yanında koşabilecek çağa erişince İbrahim ona "Oğlum" dedi. "Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun." Oğlu İsmail Dedi ki "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah, beni sabredenlerden bulacaksın." Sad Suresi, 17. ayet Sen onların söylediklerine karşı sabret ve Bizim güç sahibi kulumuz Davud'u hatırla; çünkü o, her tutum ve davranışında Allah'a yönelen biriydi. Sad Suresi, 44. ayet "Ve eline bir deste sap al, böylece onunla vur ve andını bozma." Gerçekten, Biz onu sabredici bulduk. O, ne güzel kuldu. Çünkü o, daima Allah'a yönelip-dönen biriydi. Zümer Suresi, 10. ayet De ki "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." Mü'min Suresi, 55. ayet Şu halde sen sabret. Gerçekten Allah'ın va'di haktır. Günahın için mağfiret dile; akşam ve sabah Rabbini hamd ile tesbih et. Mü'min Suresi, 77. ayet Şu halde sen sabret, hiç şüphesiz Allah'ın va'di haktır. Sonunda ya onlara va'dettiğimiz azabin bir kısmını sana göstereceğiz ya da senin hayatına son vereceğiz. Nihayet onlar Bize döndürülecekler. Fussilet Suresi, 24. ayet Şimdi eğer sabredebilirlerse, artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer onlar hoşnut olma dünyaya dönmek isterlerse, artık hoşnut olacaklardan değildirler. Fussilet Suresi, 35. ayet Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz. Şura Suresi, 33. ayet Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır. Ahkaf Suresi, 35. ayet Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi, Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi azabı gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışolacaklardır. Bu, Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı? Muhammed Suresi, 31. ayet Andolsun, Biz sizden mücahid olanlarla sabredenleri bilinceye belli edip ortaya çıkarıncaya kadar, deneyeceğiz ve haberlerinizi sınayacağız açıklayacağız. Hucurat Suresi, 5. ayet Eğer gerçekten, yanlarına çıkıncaya kadar sabretmiş olsalardı, herhalde bu, kendileri için daha hayırlı olurdu. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. Kaf Suresi, 39. ayet Öyleyse sen, onların dediklerine karşılık sabret ve Rabbini güneşin doğuşundan önce ve batışından önce hamd ile tesbih et. Tur Suresi, 16. ayet "Girin ona; artık ister sabredin, ister sabretmeyin. Sizin için birdir. Siz ancak, yaptıklarınızla cezalandırılıyorsunuz." Tur Suresi, 48. ayet Artık, Rabbinin hükmüne sabret; çünkü gerçekten sen, Bizim gözlerimizin önündesin. Ve her kalkışında Rabbini hamd ile tesbih et. Kamer Suresi, 27. ayet Gerçek şu ki Biz, bir fitne imtihan ve deneme konusu olarak o dişi deveyi kendilerine göndereniz. Şu halde sen onları gözleyip-bekle ve sabret. Kalem Suresi, 48. ayet Şimdi sen, Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi Yunus gibi olma; hani o, içi kahır dolu olarak Rabbine çağrıda bulunmuştu. Müzzemmil Suresi, 10. ayet Onların demelerine karşı sen sabret ve onlardan güzel bir ayrılma tarzıyla düşünce ve eylem bakımından köklü bir tutum ile kopup-ayrıl. Müddesir Suresi, 7. ayet Rabbin için sabret. İnsan Suresi, 12. ayet Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. Beled Suresi, 17. ayet Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak. Asr Suresi, 3. ayet Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka. Secde ile İlgili Hadisler Ebu Malik el-Eş'arl'nin naklettiğine göre, Resülullah sav şöyle buyurmuştur " ... Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, sabır bir ışıktır ..." M534 Müslim, Taharet, 1 Enes b. Malik ra anlatıyor "Hz. Peygamber sav bir kabrin başında ağlamakta olan bir kadına rastladı ve 'Allah'tan kork ve sabret. ' dedi. Kadın, "Git başımdan, başıma gelen musibeti sen yaşamadın!" diye cevap verdi. Hz. Peygamber'i tanımıyordu. Kendisine, onun Peygamber sav olduğu söylendi. Bunun üzerine kadın Hz. Peygamber'in sav kapısına gitti, kapıda bekleyen herhangi bir görevli de yoktu. Peygamber'in yanına girdi ve; "Seni tanıyamadım." dedi. Peygamber Efendimiz de, 'Sabır, ancak musibetin ilk başa geldiği anda olmalıdır.' buyurdu. Bl 283 Buhart, Cenfüz, 31; M 2140 Müslim, Cenaiz, 1 5 Ebu Hüreyre'den nakledildiğine göre, Resulullah sav şöyle buyurdu "Güçlü kimse, insanları güreşte yenen değil, bilakis öfke anında kendisine hakim olandır." M6643 Müslim, Birr, 107 İbn Ömer'den nakledildiğine göre, Resulullah sav şöyle buyurdu "İnsanlarla bir arada yaşayan ve onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlarla bir arada yaşamayan ve onların eziyetlerine sabretmeyen müminden daha büyük ecre nail olur." İM4032 İbn Mace, Fiten 23; HM5022 İbn Hanbel, II, 44 Ebu Sald el-Hudrl'den nakledildiğine göre, ensardan bazı kimseler Resulullah'tan sav bir şeyler istediler. O da verdi. Sonra tekrar istediler. Allah Resulü de yanındakiler bitinceye kadar verdi ve şöyle buyurdu " ... Kim sabrederse, Allah ona dayanma gücü verir. Kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ikram verilmemiştir." M2424 Müslim, Zekat, 124 Ebû Yahyâ Suheyb b. Sinân’dan ra rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir "Müminin durumu ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır. Bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına sevinecek bir hâl geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına sıkıntı gelecek olursa ona da sabreder; bu da onun için hayır olur." M7500 Müslim, Zühd, 64 Enes b. Mâlik ra anlatıyor Peygamber’in hastalığı ağırlaşıp da hayli sıkıntıya düşmeye başlayınca, Fâtıma ra –Vah babacığım, sıkıntın ne kadar da büyük, dedi. Bunun üzerine Resûlullah –Bu günden sonra artık baban için sıkıntı yoktur, buyurdu. Peygamber ebediyete göçünce Hz. Fâtıma –Babacığım, Allah’ın davetine icabet ettin. Vah babacığım, varacağın yer Firdevs bahçesidir. Babacığım, derdimizi artık Cebrail’e yanacağız, dedi. Peygamber defnedilince de Hz. Fâtıma –Resûlullah’ın üzerine toprak atmaya gönlünüz nasıl razı oldu, dedi. B4462 Buhârî, Megâzî, 84 Ebû Hüreyre’den ra rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir Allah Teâlâ şöyle buyuruyor “Mümin bir kulumun dünyada sevdiği dostunu aldığım zaman, o kimse sabrederse ve Allah’tan ecir beklerse onun karşılığı cennettir.” B6424 Buhârî, Rikâk, 6 Hz. Âişe’den ra rivayet edildiğine göre o, Resûlullah’a veba hastalığını sormuş, Allah Resûlü de ona şöyle cevap vermiştir " Veba, Allah Teâlâ’nın dilediği topluluğa gönderdiği bir çeşit azaptı. Allah, onu Müminler için rahmet kıldı. Veba hastalığına yakalanan, sabredip ecrini umarak ve başına Allah’ın yazdığından başka hiçbir şey gelmeyeceğini bilerek memleketinde kalan kimse, şehit sevabına nail olur. " B5734 Buhârî, Tıb, 31 Enes’in ra Resûlulah’tan şöyle işittiği nakledilmiştir Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur “Herhangi bir kulumu sevgili gözlerini kaybetmekle sınadığımda, eğer sabrederse gözlerine karşılık onu cennete koyarım.” B5653 Buhârî, Merdâ, 7 Atâ b. Ebû Rebâh’tan rivayet edilmiştir İbn Abbâs ra bana –Cennetlik bir kadını sana göstereyim mi, dedi. Ben de –Evet, göster dedim. O –İşte şu siyahî kadındır. Bu kadın Peygamber’e geldi ve –Saram tutuyor ve bedenim açılıyor, benim için Allah’a dua etsen, dedi. Peygamber –İster sabret, cennetlik ol; istersen, sana afiyet vermesi için Allah’a dua edeyim, dedi. Bunun üzerine kadın –Öyleyse sabredeyim, fakat bedenim açılıyor. Hiç değilse bedenimin açılmaması için dua buyur, dedi. Peygamber de onun için dua etti. B5652 Buhârî, Merdâ, 6; M6571 Müslim, Birr, 54 Ebû Saîd ve Ebû Hüreyre’den ra rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle demiştir "Allah, Müslüman’ın vücuduna batan bir dikene varıncaya kadar meşakkat, hastalık, endişe, keder, acı ve kaygı gibi musibetleri, onun günahlarına kefâret kılar." B5641, B5642 Buhârî, Merdâ, 1; M6566 Müslim, Birr, 50 Ebû Hüreyre’den ra rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle buyurmuştur Allah hayrını dilediği kimseye, –günahlarına kefâret olsun diye– musibet verir. B5645 Buhârî, Merdâ, 1 Enes’ten ra rivayet edildiğine göre Resûlullah şöyle demiştir "Allah Teâlâ, bir kulunun iyiliğini dilerse onun cezasını dünyada verir. Eğer bir kulunun kötülüğünü dilerse günahı karşılığı onu dünyada cezalandırmaz; kıyamet gününde cezasını tam olarak verir." Yine Hz. Peygamber şöyle buyurdu "Mükâfatın büyüklüğü, sıkıntının büyüklüğü nispetindedir. Allah Teâlâ bir topluluğu severse onları sıkıntıya uğratır. Kim hâline razı olursa Allah da ondan razı olur. Kim de başına gelenden dolayı öfkelenirse gazaba uğrar." T2396 Tirmizî, Zühd, 56 Süleymân b. Surad’dan ra rivayet edildiğine göre o, şöyle diyor Peygamber ile birlikte oturuyordum. İki adam birbirine sövüp hakaret ediyordu. Birisinin yüzü kıpkırmızı olmuş ve boyun damarları şişmişti. Bunun üzerine Resûlullah şöyle dedi Ben bir söz biliyorum ki eğer bu kişi onu söylerse üzerindeki hâl ondan gider; eğer, “Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım.” derse üzerindeki hâl ondan sıyrılır, dedi. Adama, Peygamber , “Kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.” dedi, diye söylediler. B3282 Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11; M6646 Müslim, Birr, 109 Ebû Yahyâ Üseyd b. Hudayr ra anlatıyor –Ey Allah’ın Resûlü, filan kimseyi vali tayin ettiğiniz gibi, beni de vali tayin etmez misin, dedi. Peygamber –Siz benden sonra adam kayırma gibi durumlarla karşılaşacaksınız, bana âhirette havuz başında kavuşuncaya kadar sabredin, buyurdu. B3792 Buhârî, Menâkıbü’l-ensâr, 8; M4779 Müslim, İmâre, 48
allah ın büyüklüğü ile ilgili ayetler